22 Ağustos 2008 Cuma

RIVERSIDE - I Believe



i learn to understand
getting harder to pretend is ok with me

in this moment i believe
and i want it so much
in spite of everything

you make me so real
i don't have to shut myself in this cage of me
i see what i haven't seen
i wanna share my place to hide
my place to feel
with you

in this moment i believe
and i want it so much
in spite of everything

i learn to understand
if only i was worth waiting for

21 Ağustos 2008 Perşembe

Rebecca Reaney

Sonny J. - Handsfree klibindeki 'mutant'



Arshavin


Avrupa Sampiyonasin'da ilk iki macda cezasi nedeniyle oynayamadi ancak sonradan gosterdigi performansla turnuvanin en cok parlayan yildizlarindan birisi oldu ve transferine kesin gozuyle bakildi. Gecen sezon UEFA kupasini da kaldiran Arshavin'in transferi icin Totthenam baya bir ugrasti ancak Zenit gelen son teklifi de kabul etmedi ve Rusya'da transfer sezonunun kapanmasina cok az bir sure kaldigi icin Arshavin'in transferinin artik mumkun olmadigin acikladi. Fiyati hakkinda ortalikta cok rakam dolasti ancak transfere yakin kaynaklarin bildirdigine gore bu rakamlarin cok daha uzerinde hatta " cilgin" bir rakamin talep edildi. Buyuk bir ligde yer almasi gereken bir futbolcu

Rus Takimlarini Kimler Kurdu?


Elcilikten aldigim Kompas dergisinde okudum bu yaziyi size de iletmek istedim.

CSKA : Bu takım Kayak Severler
Topluluğu olarak 1911’de kurulmuştur.
Daha sonra Kızıl Ordunun katkısıyla ve
eski askerlerin katılımıyla kulüp yerli
şampiyonluğa katılmıştır. Bugün de
“ordunun takımı” olarak bilinir.

SPARTAK MOSKVA: 1922 yılına kadar
takımın ismi “Pişeviki” (yani
“gıdacılar”) idi, çünkü gıda işçileri
sendikası himayesinde kurulmuştu ve
ilk stadı bir et fabrikası yanında
bulunuyordu. Bugün daha çok simi
polisle, güvenlik güçleriyle anılır.
Eksiki kadar başarılı bir formu yoksa da,
taraftar kitlesi büyük ve coşkuludur.

DİNAMO: 1923 yılında SSCB’nin gizli
polis örütü Çekistler’in (sonra KGB
olarak tanınacak kurum) personelinden
kurulmuştur. Dinamo’nun diğer Sovyet
kulüpleri için örnek olacağı
bekleniyordu. Beria’nın takımı olarak
ünlendi. Dinamo ilk iki SSCB
şampiyonluğunu kazanmıştı. Son
dönemde küme düşmemek için uğraştı.
Hala “istihbaratçıların” takımı olarak
bilinir.

LOKOMOTIF: 1923 yılında “Ekim
İhtilali Kulübü” adıyla Moskova*Kazan
demir yolu çalışanlarından en iyi
futbolcular tarafından kurulmuştur.
Bugün de demiyolcuların takımı olarak
bilinir.

ZENİT: Fatih Tekke’nin takımı olarak
Türkiye’de ünlenen Zenit, St.
Petersburg’daki Stalin Metal Fabrikası
spor topluluğundan geçen
futbolculardan 1923 yılında
kurulmuştur. Başkent Moskova’nın
köklü takımlarına karşı karşı en dişili
mücadeleyi vermiş ve geçen yıl
şampiyon olmuştur. Gazprom’un ana
sponsorluğu yüzünden “Gazprom”un,
Putin’in ve Medvedev’in St.
Petersburg’lu olması yüzünden de
“Kremlin’in takımı” olarak anılır.

Servet Cetin


Denizlispor'un Lyon zaferinde bir anda tum Turk futbolseverlerin ve tabi ayni zamanda da 3 buyuklerin dikkatini uzerine toplamisti. O donemin cok basarlili umit milli takiminda daha onceden tabi ki sivrilmisti ancak ozellikle Fransa'daki Lyon maci onu zirveye tasimisti. 99 yazinda da transferin son saatine kadar Besiktas, Galatasaray ve Fenerbahce'ye adi yazildi durdu. Son dakikada Fenerbahce onu Galatasay'in kapisindan cevirdi ve kadrosuna dahil etti. Ancak Luciano'yla beraber o defansda basariyi getiren 2'liyi olusturamadilar bir turlu. Ozellikle Fenerbahce kariyerinde akillarda kalan en onemli maci Istanbul'daki Milan macidir. Shevchenko karsisinda cok zor durumlara dusen Servet'in Fenerbahce kariyerinin bence bittigi gun olmustur o gun. Ardindan herkesin bildigi Sivas gunleri ve tekrar Istanbul'a donusu. Galatasaray'da da ilk zamanlar cok elestirildi ancak ozellikle sezon ortasindan sonra ve Avrupa Sampiyonasinda tekrar zirveye cikti. Simdi adi yerel basinda Blackburn Rovers'la aniliyor ancak ben hicbir yabanci kaynakta boyle bir habere rastlamadim sanirim yine bizim medyanin bombasi.

20 Ağustos 2008 Çarşamba

NOSTALJI #1 :Ilya Tsymbalar


Dun Pavlyuchenko hakkinda yazarken aklima geldi Tsymbalar. Cok akici ve goze hos gelen bir futbolu vardi. O donemin takimini sayarken bazi futbulculari unutmusum. Nikiforov, Mamedov, Tikhonov ve tabi ki kapton Onopko. Neyse Tsymbalar o donemler her yaz ve sezon ortasinda gazetelerimizin 3 buyuklere transfer ettigi oyunculardan bir tanesiydi. aslinda Ukraynali olan oyuncunun kariyeri olmasi gerektigi kadar parlak olmadi, cok kosan mucadele eden oyuncularin degil top teknigi yuksek nokta pas atan ama sahada nerdeyse yuruyen futbolcularin yildiz oldugu bir donemde futbol oynamasi bunda buyuk etken bence. resmi olarak futbola o donemler Sovyetlere deahil olan Ukrayna takimi Dinamo Odessa'da basladi ve ilginc bir nokta ilk milli macini ( Rusya ) Bursa'da Turkiye'ye karsi 1994 yilinda oynadi. Oynadigi kulupler ise Dinamo Odessa (1987), SKA Odessa (1987–89), FC Chornomorets Odessa (1986, 1989–93), Spartak Moscow (1993–99), Lokomotiv Moscow (2000), Anzhi Makhachkala (2001–2002). Suphesiz en parlak yillarini spartak Moskova formasiyla yasadi. Teknik direktorluk kariyeri de parlak gecmeyen Tsymbalar su anda Rusya 3. lig ekiplerinden FC Nizhny Novgorod' in teknik direktoru. Hakettigi noktalara gelemeyen birisi olmeden once analim dedim :)

En anlamli madalya


4 yil once Atina'da Avusturya adina yaristi, kotu bir performansla toplamda 405 kg kaldirdi ve 7. olabildi. 2005 Safia Avrupa Sampiyonasinda Avusturya Halter federasyonuyla sorunlar yasadi ve podyuma cikmadi. Aralik ayinda ulkesini terketti, Almanya'ya gitti ve halterden sonraki aski Susann'la tanisti ve evlendi. Alman esi sayesinde Alman vatandasligina kavustu ve yeni bir hayata basladi.3 yil boyunca kurallar geregi hicbir uluslararasi musabakada yer alamadi. Kendisine yeni hayat saglayan esi 16 Temmuz 2007'de trafik kazasinda kendi hayatini kaybetti. Dun podyumda sadece Matthias'i izlemedik. .Koparmada 203,silkmede 258, toplamda 461 kilo ellerinde kalktiginda gozlerinde Susann vardi Matthias'in. Ne Phelps ne de Bolt bu adam kadar beni etkilemedi, madalyasini esiyle birlikte aldi..sanirim fotograf benim bulamadim bitirme cumlesinin yerine gecer.

19 Ağustos 2008 Salı

PINJAR


Hint sinemasi diyince bugune kadar aklima hep onlarca kisinin film boyunca dansettigi, belirli bi konunun olmadigi sadece birbirini seven iki 'salak' gencn agacin etrafinda birbirinden saklanarak sarki soyledikleri sacma sapan filmler gelirdi. Taaa ki hanimin israriyla bu filmi izleyene kadar. aslinda filmin ilk yarim saati ( filmin 3 saatten uzun oldugunu dusunursek kisa bir sure olarak dusunulebilir) aynen dusundugum gibi gecti. Tam ki esnemeye uykuya dalmaya baslamistim ki film giris bolumunden gelisme bolumune gecmeye basladi ve bir anda kendimi nefis bir hikayenin icinde buldum. Film evlenmek uzere olan bir ciftin hikayesinden bir anda 1946 yilinda Hintliler ve Muslumanlarin Hindistanda'ki ic savasi ve nihayetinde yasanan buyuk acilar sonucu Pakistan'in kurulusunu konu aldi. Senaryonun haricinde gorsel olarak da filmin bize bir senlik sundugunu belirtmeliyim. O onlarca kisinin dansettigi sahneleri izlerken aklima " Hero" geldi. Iki farkli sinema kulturunun ve birbirinden tamamen farkli iki konseptin birinin dovus sanatlariyla digerinin de Hint danslariyla bana ayni hissi yasattigini cok net olarak soyleyebilirim. Bir anda bu sahneleri izlerken filmden kopup kendinizi renklerin dansina kaptiriyorsunuz ki zaten film de hint sinemasinin en prestijli odullerinden birisi olan Filmfare Best Art Direction odulunu kazanmis. Filmin basrol oyuncusu da 3 saat boyunca cile ceken karakter " Puro " yu canlandiran Urmila Matondkar. Kendisinin filmin cekildigi 2003 yilinda 40 yasinda oldugunu ogrenince film kadar o da sasirtti beni, Google'dan siz de sasirabilirsiniz :)
Yani ozet olarak Youtube'de izlediginiz salak hint filmi sahnelerinden onyargilarinizi arindirabilirseniz bu filmi izlemeniz. 3 saatin sonunda ben pismanlik hissetmedim

Suat Taşpınar : 10 yıl önce bugün cehennemi yaşamıştık...


Suat Taşpınar, Radikal'de yazdı: “Cebimdeki para benim bütün servetim. Hiç para biriktirmem. Neden, biliyor musunuz?” dedi, 50’lerinde gösteren sarışın, göbekli şoför. Aslında tahmin bir yana, bal gibi biliyordum. Çünkü bu hikâyeyi çok dinlemiştim. Ama havaalanı yolunda trafik tıkanmıştı. Moskova normallerinde, saatte 10 km. hızla ilerliyorduk ve ne acelem, ne de yapacak işim vardı. Bir memleketin nabzını en iyi taksicilerin tuttuğuna inandığım için de, beklediği şeyi söyledim: “Bilmiyorum, anlatın!”.


Onun da zaten istediği bunu duymaktı. Defalarca anlatılmaktan acısı giden, hüznü buharlaşan, hatta komik hale bürünen hikâyesini hararetle tekrarlamaya başladı. Önce Sovyet yıllarına gitti. Elinin üstünden parmaklarına kadar uzanan dövmeleri görünce mahpushane görmüşlüğü olduğunu anlamıştım. Afganistan’da savaştığını, SSCB yıkıldıktan sonra mafyayle teşriki mesaisi olduğunu, kaçak içki işinden 2.5 sene yattığını anlatıyordu.

inlediğimden emin olmak için arada yolu bırakıp bana bakıyor, ben de başıma gelecek en kötü şeyin bu gevezelikle kalması dileğiyle arada tek kelimelik yorumlarla onu rahatlatıyordum.

“Bu memlekette devlete güvenilmez. Ben de güvenmem” dedi. Sonra en baştaki bildik hikâyeye döndü. Kendisinin, karısının, kendileriyle yaşayan dul annesinin Sovyet devrinden kalan epeyce rubleleri elbette bir devlet bankasında yatıyormuş. Tam büyükçe bir daire almaya karar vermişler; Sovyetler çökmüş ve üç haneli enflasyonda para ansızın buharlamış. Buraya kadarı bildikti de, son cümlesi içime oturdu: “Annemin yüreği dayanamadı, öldü. Ve bizim ev alabileceğimiz o para, sadece ona mermerden güzel bir mezar taşı yapmaya yetti!”

Bu darbeyi yedikten sonra nasıl mafyaya bulaştığını, daçasında bidonlarla kaçak votka yakalandığında “Hepsini ben içiyorum, size ne?” dediği polisleri inandıramadığını, hapsin yolunu o zaman öğrendiğini, çıktıktan sonra yine dolambaçlı işlerden biraz para kazandığını anlattı. “Nasıl?” demedim. Rusya’nın bu garip düzeninde birçoğu bağı sorulmayacak üzümleri yiyip karnını doyurmuştu işte.

“O zaman bir araba almaya niyetlendik, paramız yetiyordu. Ama kiralık kötü bir evde oturuyoruz, para da evde duruyor. Hanım kanıma girdi, ‘Her gün bir hırsızlık oluyor, ben uyku uyuyamıyorum, gel parayı bankaya koyalım’ dedi. Koyduk.

Bir hafta sonra 1998 krizi oldu. Yine devalüsayon oldu”. Ben, evin parasının mezar taşına gitmesine kafayı takmışken, o ikinci dabeyi vurdu: “Ve bu sefer araba için biriktirdiğimiz para öyle eridi ki, bir çamaşır makinesi alabildik! Ben bir daha bu devlete güvenir miyim? Ben bir daha para biriktirir miyim?”

Artık cebinde bile para tutmadığını, kazandığını o gün yediğini, bankaya yatıracağına iki şişe vokta alıp eşiyle dostuyla içtiğini, Moskova’daki tuhaf, anlaşılmaz millet dışında, Rusya’nın taşrasında da çoğunluğun böyle yaşadığını anlattı. Artık işin sırrını çözüp, stresten kurtulmuş olmanın rahatlığı vardı. Zaten Sovyet devrinde yarın umudu olmadan yaşayan milletin, 20 senede iki kere devlet eliyle dolandırıldığını, herşeyinin buharlaştığını söylüyordu. “Kimse milleti düşünmüyor, kendini düşünüyor. Bu Kafkasya’daki savaşta da kim ne için savaştı, millete ne faydası var, aklım ermiyor” diye yakındı. Adını bile sormadım. Bol şans dileyip indim taksiden. Aklım, ev için toplanıp, annesine mezar taşınan yetebilen servette kaldı.

Tam da bugün, Rusya’yı yerle yeksan eden 1998 krizinin 10’uncu yıldönümü. 17 Ağustos 1998’de çöken Rusya, bugün Kafkasya’daki hamlesiyle ABD’yi bile yeniden ürküten güç olarak geri döndü. O gün kasasında hepi topu 11 milyar dolar nakit olan, birkaç milyar dolar için Batı’ya avuç açan memleketin rezervler ve istikrar fonu paraları dahil bugün 700 milyar doların üstünde nakit serveti var. Ama kimse rahat değil. Güven parayla kolay satın alınamıyor işte. Hele merkezine ‘insanı’ değil ‘devleti’ koyan sistemler, korkutmayı başardıkları kadar, kendi halkına, yerli-yabancı yatırımcıya güven vermeyi başaramaya-biliyor. Geçen 10 yılın ve on yılların hesabını iyi yapmak lazım... İşe taksicileri dinleyerek başlamak fena fikir değil.

17.8.2008

Benim Notum: Her sokak arasinda, gunun her saatinde Suat Taspinar'in yazisindaki karakterleri gorup aklimda yazarim hayat hikayesini. Cok yer gormedim hayatimda ama bu kadar sancili bir yakin gecmisi olan bu ulkenin insanlarinin hayata tutunma cabalari motivasyon olur bana her sabah ise giderken...

Pavlyuchenko


Galatasary'in Sampiyonlar Ligine devamli katilim gosterdigi yillarda hem yayin saatinin farkli olmasi hem de yayin kalitesinin kotu olmasindan dolayi cok zor deplasmanlardan biri olarak gosterilirdi Moskova deplasmanlari. O donemin en bomba takimi da Tsymbalar'li Spartak Moskova. Ama son yillarda Acrupa'da vasat bile diyemeyecegimiz bir takim haline geldi Spartak. Ancak ne olursa lsun Rus futbolunun yildizi. Ve su anda bu takimin yildizi Roman PAVLYUCHENKO. Euro 2008'de attigi kadar kacirdigi gollerle de herkesin dikkatini cekmisti. Hani derler ya hep futbol buyuklerimiz pozisyona girebilmek esas onemli yetenektir forvetler icin diye ben de bu dusuncedeyim. Turnuvadaki performansindan sonra bu adami kesin iyi bir ligde izleyecegimizi dusunmustum ama hala Spartak formasi giyiyor. Rus gazetelerinin yazdigina gore kendisi icin istenen ucret 9 milyon Euro. Jo' nun City'e 18 milyona gittigini dusunursek hic de fena bir rakam degil. Benim aklima Galatasaray geldi. Hakan Sukur sonrasi gol noktasinda yasanana bocalamayi da gozler onune serdi Galatasaray. Acikcasi boylesi bir yetenegin gozlerden uzak Rus liginde ve mac basina ortalama 1000 seyirciye ( yaziyla bin) oynamasi hosuma gitmiyor. Son iki sezonun gol krali bence bu ligi asiyor.

Agustos, iki sene oncesine kadar aklima sicak, yapiskan ve bunaltici gunler gelirdi aklima Agustos deyince. Ama artik son baharin kapiyi caldigi donem oldu hayatimda. Yagmur, gri gokyuzunun geri donusu ve bunalim ayi

ACILDIK


Hep bir kitapci dukkani veya muzik market sahibi olup kapima kocaman ACILDIK diye yazmak istedim olmadi...burda kendimi tatmin etmek istedim :)